ŞEKER PORTAKALI
Şeker Portakalı... Aslında ne kadar çok anlam ne kadar çok duygu barındırıyor küçücük bir kitap bünyesinde. Küçücük bir çocuğun beyninde tatlı hayaller kurması, tam bir hayalperest olup yaşadığı o hayatı yaşanılır hale getirmesi... Dindinha'nın da dediği gibi "Sevinç, yürekte ışıldayan bir güneştir." Mutlu bir şekilde yaşamak için tek yapmamız gereken o güneşi soldurmamak, ışık olmaktır ve bunun en iyi örneği Zezé.
Küçük bir çocuk yaramazlık elbette yapabilir; fakat bir ailenin zor durumda olduğu için aynı zamanda psikolojik olarak iyi olmamaları durumunda bu sinirlerini bir çocuktan çıkarmaları kesinlikle doğru değildir. Zezé'nin de yaşadığı bu aslında; ama yüreği o kadar güneş gibi ki bu yaşadıklarını bile kolayca atlatmaya çalışıyor belki de atlattığını düşünüyor. Kendisi baş mimarı olduğu o hayal aleminde yaşıyor, Minguinho adını verdiği (keyifli günlerde Xururuca dediği) bir şeker portakalını kendine dost edinip küçük kral Luisi mutlu ediyor kendi özüyle ve tüm bunlar onu mutlu etmeye yetiyor. Yani yüreğindeki tek güneşi, sevilmek; fakat bunu dışarıdan alamayınca kendi başına o güneşe ışık oluyor. Belki de onu bu kadar eşsiz, güçlü kılan bu özelliğidir.
Daha sonra ona gerçekten aile olan bir insanla karşılaşıyor ilk karşılaşmaları pek iyi olmasa da. Manuel Valaderes yani Portekizli... Bir çocuğun onun evladı olmayı arzulayabileceği kadar muhteşem bir insan olan bu adam Zezénin yüreğindeki tüm boşluğu sarıyor, ona gerçekten bir baba oluyor. Zezénin babasının açtığı izleri Portekizli sarıyor.
"Beni sevdiğini söylemiştin nasılsa."
"Evet."
"Öyleyse neden bizim eve gidip, babamdan beni sana vermesini istemiyorsun?"
"Benim küçük oğlum olmayı ister misin?"
"İnsan doğumundan önce babasını seçemez; ama seçmek elimde olsaydı seni isterdim."
"Doğru mu bu Sivrisinek?"
"Yemin edebilirim. Hem sonra, evden de bir boğaz eksilir. Bir daha, 'k*ç' bile demeyeceğime söz veriyorum... Beni alabilsen, evdeki herkes sevinçten çılgına dönerdi. Onlar için büyük bir rahatlık olurdu bu... Beni vermek istemezlerse satın alabilirsin. Babamın hiç parası yok. Beni satacağından eminim. Çok para isterse, Bay Jacob'un dükkânında müşterilerine yaptığın gibi birkaç taksitte ödersin."
İşte Zezé böyle cümleler kurabilecek kadar zeki ama bir o kadar da sevgiye aç, ufak ama hayalleri büyük olan bir çocuktu. Kendisini her ne kadar bir şeytan olarak ifade etse de muhteşem bir zekaya, kalbe ve hayalperestliğe sahip bir melekti; ama bilmiyordu yakında bu kahramanının artık gökyüzünde yaşayacağını. Bilmiyordu bu acı gerçeği öğrendiğinde Portekizlinin sardığı boşluklar tekrardan yüreğindeki yerini alacağını.
"Görüyorsun, beş para etmeyen biriyim; dayak yemekten ve kulaklarımın çekilmesinden bıktım. Bir fazla boğazdan kurtaracağım onları..."
"Kaçacak mısın?"
"Hayır. Bütün hafta bunu düşündüm. Bu gece kendimi Mangaratiba'nın altını atacağım."
Portekizli ise daha küçük bir çocuğun böyle düşüncelerini zihninden telaşla süpüren ve onun için endişelendiğinden gece geç vakit, Mangaratiba geçtikten sonra, eve dönen bir çocuğun dönüm noktası olan bir kahramandı. Zezé'yi her ne kadar ailesinden almaya hakkı olmadığı için alamasa da ona öz oğluymuş gibi davranan, bir baba gibi seven melekti.
Kısacası Şeker Portakalı, karakterleriyle hayata müdahalede bulunan, insanlara tüm duygularını, saflığını. anlamını sunan bir kitaptır. Umarım hepimiz Zezé gibi kendi güneşine ışık olan güçlü bir çocuğu içimizde büyütmeye devam ederiz ve Portekizli gibi hayatın sevilecek tüm yanlarını kendisine ve çevresine ısrarla gösteren bir kahraman oluruz.:)

Yorumlar
Yorum Gönder